Nazım Hikmet, Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biri olmasının yanı sıra, karmaşık aşk hayatıyla da bilinir. Aşk, Nazım’ın hayatında ve şiirlerinde büyük bir yer tutar. Onun aşkları, hem kişisel hem de toplumsal temalarla iç içe geçmiştir. Nazım Hikmet'in aşk hayatını anlamak, onun şiirlerini anlamakla neredeyse eş değerdir, çünkü aşk onun şiirinde sadece bireysel bir deneyim değil, aynı zamanda insanlık durumunu ifade eden bir araçtır.
Nazım Hikmet’in ilk büyük aşkı, gençlik yıllarında tanıştığı Nüzhet Hanım’dır. Nüzhet Hanım, Nazım’ın Bahriye Mektebi’nde okuduğu dönemde tanıdığı bir kadındı ve Nazım’ın hayatında derin izler bıraktı. İkisi arasındaki ilişki, genç bir aşkın coşkusunu taşır. Nüzhet’in babası bu ilişkiye karşı çıkmış ve genç Nazım’ı uzaklaştırmaya çalışmıştır ancak bu aşk Nazım’ın şiirlerinde iz bırakmıştır. Bu dönem şiirlerinde, Nazım’ın romantik ve gençlik heyecanı belirgindir.
Nazım, Nüzhet Hanım için yazdığı şiirlerde genç bir adamın tutkularını ve duygularını yansıtır. Bu aşkın yansıması, onun ilk dönem eserlerinde naif bir romantizm olarak karşımıza çıkmaktadır.
Nazım Hikmet’in aşk hayatındaki en önemli figürlerden biri, hiç kuşkusuz Piraye Hanım’dır. Nazım ile Piraye’nin aşkı, birçok zorlukla sınanmış, derin ve tutkulu bir ilişkidir. Nazım, 1935 yılında Piraye ile evlenir ve onunla olan ilişkisi, şiirlerinde derin izler bırakır. Nazım, Piraye’ye olan sevgisini ve özlemini özellikle hapishane yıllarında yazdığı şiirlerde sıkça dile getirir.
Nazım’ın Piraye’ye yazdığı şiirler, aşkın derinliğini ve özlemi gösterir. Hapishane koşullarında bile ona olan sevgisi sarsılmaz. Özellikle “Sana Dair” şiirinde, Nazım’ın Piraye’ye olan duygusal bağlılığı ve onunla geçirdiği zamanların özlemi derin bir şekilde hissedilir:
“Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey…
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.”
Nazım, bu şiirinde Piraye’ye olan hasretini dile getirirken, aynı zamanda aşkın ona yaşama sevinci verdiğini de gösterir. Piraye, Nazım’ın en zor dönemlerinde bile ona ilham veren, moralini yüksek tutan bir figür olmuştur ancak bu büyük aşk, Nazım’ın hayatındaki diğer kadınlarla olan ilişkileri yüzünden sarsılmıştır.
Nazım Hikmet’in hayatındaki bir diğer önemli kadın, Münevver Andaç’tır. Piraye ile olan evliliği devam ederken, Nazım, Münevver Hanım ile tanışır ve ona aşık olur. Bu ilişki, Nazım’ın aşk hayatındaki en karmaşık dönemlerden birini başlatır. Piraye ile olan derin sevgisine rağmen, Münevver Hanım’a olan tutkusu Nazım’ı zor bir ikileme sokar. Münevver, Nazım’ın hayatına yeni bir heyecan getirir, ancak bu aşk aynı zamanda büyük bir karmaşa yaratır.
Nazım’ın bu dönem de yazdığı şiirlerde, Münevver’e olan aşkı ve Piraye’ye duyduğu suçluluk duygusu sık sık iç içe geçer. “Tahir ile Zühre” adlı şiirinde, aşkın saf ve masum yanını dile getirirken, aynı zamanda kendi içsel çatışmalarını da şiire yansıtır. Bu şiir, Nazım’ın aşk hayatındaki karmaşayı ve içsel çelişkilerini özetler:
“Tahir olmak da ayıp değil,
Zühre olmak da,
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil…”
Bu şiirde, aşkın insan hayatındaki yeri ve Nazım’ın aşkın karşısındaki teslimiyetine dair derin bir felsefi duruşu görüyoruz. Aşk onun için bir kurtuluş ama aynı zamanda bir kargaşa kaynağıdır. Nazım Hikmet’in son büyük aşkı, Rus tiyatro sanatçısı Vera Tulyakova’dır. Nazım, 1950’lerde Sovyetler Birliği’nde sürgündeyken Vera ile tanışır ve ona aşık olur. Bu aşk, Nazım’ın son yıllarında yaşadığı en önemli duygusal deneyimdir. Vera, Nazım’ın hayatına taze bir nefes ve yenilenme hissi getirir. Piraye ve Münevver ile yaşadığı karmaşalı ilişkilerden sonra, Vera onun için bir sığınak olur. Nazım, Vera için de birçok şiir yazmıştır. “Saman Sarısı” adlı şiirinde, Vera’ya olan sevgisini, onun hayatındaki yerini ve son aşkının verdiği huzuru dile getirir:
“Saman sarısı bir küçücük kız çocuğu,
Bir küçük kız,
Ufacık elleriyle tuttun ellerimi…”
Bu şiir, Nazım’ın son aşkında bulduğu dinginliği ve Vera’nın onun hayatındaki yerini anlatır. Vera, Nazım’ın hayatında hem romantik bir aşk hem de entelektüel bir ortak olarak var olmuştur. Bu aşk, Nazım’ın hayatındaki fırtınalı dönemlerin ardından gelen bir huzur ve sakinlik dönemidir.
Kaynaklar:
(Düşünbil Portakal, 2016)
(Nermin Demir, 2020)
(Muhsin Durucan, 2023)