Rönesans Gibi Bir Kadın

“Rönesans gibi bir kadın” diye tanıdığımız ve 91 yıllık hayatına edebi olarak çok şey sığdırmış bir kadın. Bir Garip Orhan Veli’nin en büyük aşkı, Can Yücel’in uğruna şiirler yazdığı, Gülten Akın’ın edebiyat öğretmeni. Cemal Süreya’nın “Cumhuriyet gibi kadın” tanımlamasının sahibi.  Arif Damar’ın eşi, dönem şairlerinin gözdesi: Nahit Gelenbevi Fıratlı Damar

1909 da Girit’te doğan Nahit Hanım, çok küçükken ailesi ile birlikte İstanbul’a taşınmış ve Erenköy Kız Lisesinden mezun olup İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünde öğrenimini tamamlamıştır. Felsefe bölümününden mezun olmasına rağmen kadro sıkıntısı nedeniyle Ankara Kız Lisesinde edebiyat öğretmeni olarak görev yapmaya başlayan Nahit Hanım; güzelliği, zekası, duruşu ve fikirleri ile döneminin edebiyat camiasının dikkatlerini çekmeye ve ünlü şairlerden şahsına yazılmış şiirler almaya başlamıştır.

Ona yazılan ilk şiirlerin sahibi Necip Fazıl’dır. “Bekliyorum, gel artık. Muhakkak, muhakkak… Her şey hazır: İstanbul, sis, yağışlı havalar, ev, oda, soba ve ben.” dizeleriyle Nahit Hanım’a seslenmiş olan Necip Fazıl’ın çağrısı cevapsız kalmıştır. Aynı dönemde Sabahattin Ali de Nahit Hanım’a gönlünü kaptırmış ve ona mektuplar yazmıştır uzun uzun. Ne yazık ki bu mektuplar hiç açılmadan geri döner Sabahattin Ali’ye. Hissettiği bu üzüntü üzerine Sabahattin Ali ”Melankoli” şiirini yazıp şu dizelerle seslenir Nahit Hanım’a:

“Beni en güzel günümde

Sebepsiz bir keder alır.

Bütün ömrümün beynimde

Acı bir tortusu kalır.”

Çok kısa bir süre sonra Yahya Kemal’in öğrencisi olan ve Milli Eğitim müfettişliği yapmış olan Halil Vedat Fıratlı ile evlenir. Bu evlilikten ona kalan tek şey ömrünün sonuna kadar kullanacağı “Fıratlı” soyadıdır.

Bu evlilik bitmek üzereyken 1947 yılında Boğaziçi vapurunda Orhan Veli ile tanışır. Aralarında yavaş yavaş yaşanmaya başlanan aşk, ikisi için de unutulmazdır. Orhan Veli İstanbul’da yaşarken Nahit Hanım o dönemde Ankara Kız Lisesinde görev almaktadır. Ne kadar çok Ankara’ya gidip Nahit Hanım’ı görmek istese de bu eylemi gerçekleştiremez Orhan Veli. Yazdığı yazılardan kazandığı gelirle zar zor geçinmektedir. Kendine yeni giysiler alacak parası yoktur. Bu yüzden Nahit Hanım’ın yanına eski paltosuyla ve ayakkabısıyla gitmekten utanır. Maddi çaresizlikler içinde boğuşurken tüm yaşadıklarını detaylıca anlatır ona yazdığı mektuplarında. Sadece sorunlardan bahsetmez bu mektuplarda. Yazdığı şiirleri basılmadan önce Nahit Hanım’a gönderir ki ilk okuyan kişi o olsun. Aynı zamanda ona karşı hislerini en ince detayıyla anlatır. Bu mektuplarda içten ve yalın bir dil kullanmış olan Orhan Veli, bir mektubunda Nahit Hanım’a duyduğu büyük aşktan şöyle bahseder: Hep seni düşünmek için, kimsenin yüzüne bakmadım. Ve emin ol, dünyada hiçbir şeyden zevk almıyorum. Bütün bu tatsız günler içinde yalnız seni arıyorum.

Doludizgin giden ve mektuplar aracılığı ile yaşanan bu aşk, 1950’de Orhan Veli’nin ansızın ölümü karşısında kötü bir son ile karşılaşmıştır. Mesafelere yenilmeden ilerleyen bu sevgi, ölüm karşısında çaresizdir. Orhan Veli’nin ölümünden sonra üzerinde bulunan ceketin cebinden bir not çıkar Nahit Hanım için yazılmış olan:

”Hiçbirine bağlanmadım

Ona bağlandığım kadar.

Sade kadın değil, insan.

Ne kibarlık budalası,

Ne malda mülkte gözü var.

Hür olsak der,

Eşit olsak der.

İnsanları sevmesini bilir

Yaşamayı sevdiği kadar.”

Her ne kadar acı bir sonla bitmiş olsa da bu aşk, hafızalarımızın en derinlerine kazınmış haldedir. Belki de bu kadar unutulmaz yapan şey bu aşkın aniden yarım kalmasıdır. 2014’te çıkan ”Yalnız Seni Arıyorum” adlı Orhan Veli ve Nahit Hanım’ın mektup derlemelerinden oluşan kitap, efsanevileşmiş aşkın en büyük kanıtıdır.

Orhan Veli’nin ölümünün ardından Nahit Hanım’ın adı bir dönem Can Yücel ile de anılmıştır. Bu konuda kesin bir bilgi olmasa da Can Yücel’in Nahit Hanım’a yazdığı şiirler bilinmektedir.

1950 yılında yaşanan başka bir olay da Nahit Hanım’ın hayatını değiştirmiştir. Bir baloda karşılaştığı Milli Eğitim müdürünün dans teklifini reddetmesi üzerine Edirne’ye sürülmüştür. Edirne’nin ardından İstanbul’a tayin olan Nahit Hanım edebiyat ile ilgilenen dostları ile daha yakın olmuş ve kendisi ile özdeşleşmiş olan “Cuma Masaları”nı İstanbul’daki evinde gerçekleştirmeye başlamıştır. Bu gelenekselleşmiş Cuma Masası sohbetleri edebiyat dünyasına yeni bir soluk getirmiştir. Aynı zamanda o toplantılarda sadece edebiyat değil, aşk ve hayat üzerine de konuşulmuş; fikirler beyan edilmiş ve güzel zaman geçirilmiştir. Hatta bu edebiyat sohbetleri Cumhuriyet Edebiyatı’nın yapı taşlarını oluşturmuş ve büyük ölçüde edebiyat camiasını etkilemiştir.

1995 yılında Arif Damar ile evlenip Kurtuluş’ta yaşamaya başlayan Nahit Hanım, Cuma Masası geleneğini bu evde de sürdürmeye devam etmiştir.

Ahmet Muhip Dıranas ile başlayıp Küçük İskender’in de dahil olma fırsatı bulduğu bu Masalar, 2002 yılında Nahit Hanım’ın ölümüne kadar aralıksız devam etmiş ve dönem edebiyatının can damarı olmuştur. Belki de bu yüzden Samet Ağaoğlu “Rönesans gibi bir kadın” demiş ve Nahit Hanım’ın edebiyatın rönesansı olduğunu ima etmiştir. Cemal Süreya da bu yorumu desteklemiş ve Cumhuriyet Edebiyatı’na olan büyük desteğinin yanında karakterine de bir övgü olarak “Cumhuriyet gibi kadın” tamlamasını kullanmıştır .

Edebiyatımıza doğrudan bir katkı sağlamamış olmasına rağmen maddi ve manevi desteği ile Cumhuriyet Edebiyatı’nın şekillenmesinde büyük bir katkısı bulunan Nahit Hanım, hakkında söylenen tüm bu güzel tamlamaları sonuna kadar hak etmiş olan ve perdelerin ardındaki saklı güç olarak Türk Edebiyatı’nın gelişimine fayda sağlayan yegane kişilerden biri olarak günümüzde anılmaktadır.

Kaynaklar:

İpek Aka

Edebiyat Komitesi Başkanı