Deprem ve Kente Feminist Bir Bakış

Bu yazı 06.03.2024 tarihli Feminist Çalışmalar ve Aktivizm Kulübünün hocamız Yağmur Yıldırım’ın katkılarıyla düzenlediği depremin birinci yılını tartıştığımız buluşmamızda konuşulanlar ışığında oluşturulmuştur.

Depremin üzerinden bir yıl geçti ancak hala enkazlar tamamen ortadan kaldırılabilmiş değilken belki de bir savunma mekanizması olarak hayatlarımıza olduğu gibi devam ediyoruz. Hayatlarımıza devam ettiğimizi söylemek hem İstanbul gibi deprem riski olan bir şehirde yaşamını sürdüren bizler için hem de ülkenin yaralarının sarılmadığı ve hala tüm tecrübelerine rağmen pek çok şeye hazırlıklı olmadığı gerçeği önümüzde durduğu için zor. Biz de bu sebeple bu yıl 8 Mart etkinliklerinde bu konuyu bir kere daha gündeme getirmek hafızlarımızı tazelemek istedik, depremin etkilerini feminist ve ekolojik perspektiften değerlendik.

Deprem yaşanma anından, kentlerin yeniden inşasına kadar her aşamasında kırılgan grupların yaşadığı zorlukları derinleştiriyor. Örneğin, kadınların bir felaket anında hayatta kalma oranları erkeklere göre daha düşük olabiliyor çünkü toplumsal kalıplar hayatımızın her anında var olduğu gibi deprem anında da ordalar. Örneğin, duştaki bi kadının ilk önceliğinin binayı terk etek olmasını engelleyebiliyor bu kalıplar. Öte yandan geçici barınma alanlarının kadınlar için ne kadar güvenli olduğu, ped gibi temel ihtiyaçlarına ne kadar ulaşabildiği başka bir soru işareti.

“Geçici” barınma kentleri özellikle bu gibi afetlerde çok kritik bir öneme sahip. Her ne kadar biz 1-2 yıl kullanılacak bir alanlar düşünsek de yeni kentin inşası on yıllar alabilir. Bu nedenle geçici değil “acil” barınama kentleri olarak; herhangi bir acil durum anında kullanılabilecek pratikliğe sahipler. Daha uzun vadeli, sürdürülebilir, farklı koşullara uyum sağlayabilen alternatifler düşünmek önemli. Bu kentlerin hem inşa edilecek yeni kentle uyumlu bir şekilde bir geçiş alanına dönüşebilmesi hem de sonra başka işler ya da acil durumlar için kullanılması mümkün. Geçen seneden beri deprem bölgesinden gelen su baskını haberleri aslında lokasyonundan materyaline kadar her noktada bu acil barına kentlerin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Hollanda da II. Dünya Savaşı sonrası kurulan konteynır kentlerin yıllar sonra bile gerektiğinde öğrenci yurdu veya mülteciler için sığınma alanları olarak kullanılabilmesi aslında sürdürülebilir ve sağlam acil durum alanlarının kısa süreli şeyler olmadığına bir gösterge.

Bu nokta da aslında bizi inşa edilecek kentin neye göre tasarlanacağı sorusuna getiriyor. Hazırlanan plana göre şehrin, iş ve barınma alanı gibi çok keskin şekillerde birbirinden ayrıldığını görüyoruz. Bu durumda bir kenti kent yapan şeyin ne olduğu sorusu gündeme geliyor. Türkiye’de mahalleler, alışverişin sokaklardaki dükkanlardan yapıldığı, benzer inanç ve etnik kökenden insanların  birlikte yaşadıkları ve bu yolla her mahallenin de kendine has bi dokusu olduğu yerler. Hazırlanan plana göre ise insanların çalıştıkları yerden çıkıp uyuyacakları eve geldiği, alışveriş için şehrin başka bir kısmına gidecekleri bir plan yapılmış. Aynı zamanda farklı sosyo-ekonomik kesimlerden, farklı görüşlerdeki insanların bir arada yaşaması ne kadar kulağa hoş gelse de bu durum uygulamada sınıf temelli dışlanmalara yol açabilir. Öte yandan hali hazırda yaşam alanı evi ve mahallesi olan ev emeği göz ardı edilen kadınlar için bu kentler, daha da eve tıkıldıkları ve kamusal alanda var olamadıkları kentler yaratabilir.

Bunun üstüne düşünürken mimari açıdan 1900’lerin başındaki feminist kent projelerini konuştuk. Aslında ortak mutfak ve ortak kreş alanları gibi basit durabilecek fikirler bile kadınların var olabilecekleri kamusal alanları genişletebilir. Ayrıca tamamlanmış anahtar teslimi evler yerine yarısı inşa edilmiş evler insanlara daha ucuz ve karşılanabilir fiyatlarla verilip kalanını insanlar kendi ihtiyaçlarına göre şekillendirebilir. Örneğin, evdeki kişi sayısına göre oda olabilecek alan belki dükkan ya da garaj olarak kullanılabilir. Kısacası, bu meseleyi sadece bir kentsel dönüşüm meselesi olarak görmek hali hazırda zorlayıcı olan ekonomik koşullarda insanlara bir borç ekonomisinin parçası olmaktan başka şans bırakmıyor. (Bakınız: Borcun Feminist Reddi - Luci Cavallero).

Son olarak da  kent etrafında dönen sorunlara nazaran daha az konuşulan bazı konulara da değindik. Özellikle depremin psikolojik sonuçları bunlardan bi tanesi. Deprem bölgesindeki bazı STK’lar; Mor Çadır, Kadın Koalisyonu gibi projelerle deprem bölgesinde kadınların sosyalleşip birbirleriyle bir şeyler paylaşabilecekleri alanlar kurdular ve psikolojik destek sağladılar. Barınma, beslenme gibi temel ihtiyaçları değerlendirirken aslında bu tarz ihtiyaçların da ne kadar temel olduğunu unutmamamız gerekiyor. Bir diğer konuysa depremden sonra diğer şehirlere yoğun bi göç yaşanmış olması. Kira krizi gibi hali hazırda zorlayıcı koşullara ev sahipliği yapan büyük şehirlerde bu insanların nerede, ne koşullarda barındığı, iş bulabilmesi, çocukların eğitimi gibi pek çok konuda uyum sağlayıp sağlayamadıklarını bilmiyoruz. Depremden sonra bazı halka sunulmayan veriler de aslında başlı başına bir kriz meselesi. Örneğin depremden sonra uzvunu kaybeden ya da engelli kalan kişi sayısını bilmiyoruz. Bu durum özellikle kentlerin inşasında göz önünde tutulması gereken bir konu çünkü kentleri norm olarak algıladığımız insan bedenine göre tasarladığımız bir gerçek ve bu durumda engellilerin normun kendisi olduğu bir şehirde buna göre bir şehir inşa edilmesi kritik bir mesele.

Kısacası hem inşa edilecek yeni kentler hem de aslında içinde yaşadığımız tüm kentler üzerine yeniden düşünmek, alternatif kamusallıkların nasıl olabileceğine dair kolektif çalışmalar yapmak, talepler üretmek değişim anahtarı gibi gözüküyor.

Hocamız Yağmur Yıldırım’a katkılarından ve hem mimari açıdan konuyu daha iyi ele alabilmemizi hem de feminist ve ekolojik bir perspektiften konuyu değerlendirmemizi sağladığı için teşekkür ediyoruz. Etkinliğimize katılan herkese farklı noktalara değindikleri ve ilgileri için teşekkür ediyoruz. Bir arada olmamızın ve bu konuları gündemde tutup üstüne kafa yormanın değerli olduğunu düşünüyor, siz okuyucuları da ileriki etkinliklerimize bekliyoruz.

Kaynaklar:

İrem Nur Serim

Öğrenci Kulüpleri Yazarı